Her gün bir yenisi eklenen kadın cinayetleri, toplumsal bir yara haline geldi. Bu çerçevede, artık sesini yükselten kadınlar, yaşadıkları zorlukları ve cinsiyet temelli şiddeti tüm cesaretleriyle dile getiriyor. Bu bağlamda, Sena adlı bir kadın, yaşadığı korkutucu deneyimleri paylaşarak topluma bir mesaj vermek istedi. “Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum” diyen Sena, aslında yalnızca sahiplendiği kimliğin ötesinde bir varoluş mücadelesine dikkat çekiyor.
Türkiye'deki kadın cinayetleri, her yıl binlerce kadının hayatını kaybetmesine yol açan acı bir gerçekliği gözler önüne seriyor. 2021 verilerine göre, Türkiye'de her gün en az bir kadın şiddete uğrarken, bu kadınların yaklaşık %40'ı eşleri ve eski partnerleri tarafından öldürülüyor. Kadın hakları savunucuları, bu durumu sadece bireysel bir şiddet vakası olarak değil, aynı zamanda sistematik bir cinsiyet eşitsizliği olarak da değerlendiriyor. Sena'nın hikayesi, bu verilerin ardındaki soğuk gerçeklerin insan boyutunu gözler önüne seriyor; yani sadece bir istatistik olarak değil, bir insanın yaşamı ve hayalleriyle birlikte. Sena, bu cinayetlerin sonucunda kaybedilen hayatları hatırlatıyor ve “Ben de onlardan biri olabilirdim” diyerek yaşadığı korkuyu ifade ediyor.
Sena, 27 yaşında bir kadın. Kendi işini kurmuş ve hayatında iddialı bir duruş sergileyen Sena, bir gün eski sevgilisi tarafından takip edilmeye başlandı. Bu takip, gün geçtikçe tehditler ve uygulanan şiddet ile devam etti. Sena, yaşadığı bu baskılara karşı yalnızca bir kadın olarak değil, aynı zamanda bir birey olarak direndi. Ailesinin ve arkadaşlarının desteği ile bu durumu yetkililere bildirerek yasal yollara başvurdu. Ancak, birçok kadının yaşadığı gibi, süreç onun için oldukça yıpratıcı geçti. “Adalet aramak, ona erişmekten daha zor” diyor Sena. Bu nedenledir ki,_gender-based violence_ (cinsiyete dayalı şiddet) konusu, Sena'nın psikolojik dayanıklılığında derin izler bırakmış durumda. “Benim yaşadıklarım asla bir cinayetle sonuçlanmamalı. Ama bu bir kadın olarak, sürekli yaşadığımız bir tehdit” diyerek bu durumu özetliyor.
Sena, toplumun bu konuda daha fazla farkındalık göstermesi gerektiğine inanıyor. “Kendimi korumak için elimden geleni yaptım ama sonuçta yalnızca bir kadın olarak döngüden tam olarak kurtulamadım.” ifadesiyle kaygılarını dile getiriyor. Böylece, hem bireysel deneyimlerini paylaşarak diğer kadınlara bir umut ışığı olmaya çalışıyor, hem de toplumda var olan cinsiyet eşitliği sorunlarına dikkat çekiyor. Kendi hikayesinin yanı sıra, Sena, kadınların yaşadığı zorluklara dair düşüncelerini de paylaşıyor. “Dışarıda her gün tanımadığım biri beni takip edebilir. Ama ne yapacağımı hiç bilmiyorum” diyerek, yaşadığı korkunun sıradanlaşmasını eleştiriyor.
Sena’nın yaşadığı bu olumsuzluklar, aslında onun için bir dönüm noktası oldu. Katıldığı seminerlerde ve kurslarda, kadınların kendilerini nasıl korumak istemesi gerektiği konusunda bilgi edinmeye başladı. “Kadınların dayanışması bu mücadelede çok önemli” diyor. Sena, bu hareketin yalnızca bireysel bir mücadele değil, toplumsal bir değişim gerektiğine de vurgu yapıyor. Bunu gerçekleştirmek için kadınların ve erkeklerin eşit şekilde bilinçlenmesi gerektiğini düşünen Sena, kendisini ve başkalarını eğitmeye devam ediyor. “Geçmişimi ifşa etmek, benim için bir sır değil; ama gelecek nesiller için güzel bir bellek bırakabilir” ifadesiyle cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık sağlamayı amaçlıyor.
Sonuç olarak, Sena, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinin sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal olarak ele alınması gerektiğinin altını çiziyor. “Hayatımın bu döneminde, yalnız olmadığımı biliyorum. Sesimizi duyurmak zorundayız” diyerek, kadınların yaşadığı zorlukların yalnızca kendilerine ait olmadığını, herkesin bu konu da üzerine düşeni yapması gerektiğini belirtiyor. Yardım çığlığı atan Sena’nın sesi, umarız ki diğer kadınlara ilham olur ve toplumda cinsiyet eşitliği konusundaki mücadeleyi daha güçlü hale getirir.