Türkiye'nin megakenti İstanbul ve birçok büyük şehir, son dönemde çevresel sorunlarla karşı karşıya. Haritalarda görülen özellikle siyah alanlar, kirlilik ve çevresel tehditlerin simgesi haline gelmiş durumda. Uzmanlar, bu durumun yalnızca estetik bir sorun olmadığını, aynı zamanda halk sağlığı ve doğa açısından ciddi tehlikeleri beraberinde getirdiğini belirtiyor. Peki, İstanbul ve diğer şehirlerde yaşanan bu değişim ne anlama geliyor? Bu soruların yanıtlarını aramak ve bu durumu daha iyi anlayabilmek için, kapsamlı bir analiz yapmak gerekir.
Son yıllarda İstanbul ve diğer büyük şehirlerde yaşanan sanayileşme, nüfus artışı ve trafik yoğunluğu, çevresel kirliliğin başlıca sebepleri arasında yer alıyor. Özellikle sanayi tesislerinin yoğun olduğu bölgelerde hava kirliliği alarm verici düzeye ulaşmış durumda. Hava kalitesinin bozulması, insanların sağlığını olumsuz etkileyerek, solunum yolu hastalıklarının artmasına neden oluyor. Bu durum, toplumsal bir sorun haline gelirken, şehirlerin haritalarında da kara lekeler olarak beliriyor.
Uzmanlar, kirli havanın yanı sıra su kirliliği ve toprağın kirlenmesi gibi unsurların da tehdit oluşturduğunu vurguluyor. Yeraltı su kaynaklarının kirlenmesi, tarımsal üretimi ve dolayısıyla gıda güvenliğini tehdit ederken, kirliliğin düzeyi harita üzerinde ellerinde tutulan bir diğer kırmızı alarm olarak gözlemleniyor. Artan sanayi faaliyetleri, atık yönetimi eksiklikleri ve umursamazlık, bu kötüleşen duruma zemin hazırlıyor.
Uzmanlar, Türkiye'nin büyük şehirlerinin çevresel sürdürülebilirliğinin sağlanması için acil önlemler alınması gerektiğini savunuyor. İstanbul'un da içinde bulunduğu bu şehirlerin, hem çevresel hem de sosyal açıdan sağlıklı bir yaşam alanına dönüşmesi için öncelikle mevcut kirlilik kaynaklarının belirlenmesi ve etkili bir şekilde kontrol edilmesi gerektiği konusunda hemfikirler. İklim kriziyle mücadele, yeşil alanların artırılması ve atık yönetimi gibi noktalara özel önem verilmesi gerektiği belirtiliyor.
Sürdürülebilirlik uzmanı Dr. Ayşe Yılmaz, “İstanbul ve benzeri şehirlerde hedeflenen çevre kalitesini sağlamak için, hükümetin ve yerel yönetimlerin etkin politikalar geliştirmesi şart. Örneğin, ulaşımda bisiklet yollarının artırılması, elektrikli araç destekleme programlarının başlatılması, çevre dostu enerji kaynaklarının kullanımı gibi adımlar, şehirlerin nefes alabilmesi adına kritik öneme sahip," diyor.
Ayrıca, sivil toplum kuruluşlarının da bu sürece dahil edilmesi gerektiği vurgulanıyor. Toplum bilincinin artırılması adına çevre odaklı etkinliklerin düzenlenmesi, bireylerin kirlilikle mücadelede aktif birer oyuncu haline gelmesini sağlayabilir. “Her birey, çevre dostu seçimler yaparak bu sorunun bir parçası olmaktan çıkabilir. Örneğin, geri dönüşüm bilincinin yaygınlaşması, evsel atıkların azatılması gibi uygulamalar, şehirlerin restorasyonuna katkı sağlayacaktır,” şeklinde düşüncelerini aktarıyor Dr. Yılmaz.
Sonuç olarak, İstanbul'un ve diğer büyük şehirlerin haritalarında görülen siyah alanlar, sadece bir renk değişikliği olmaktan öte, yaşanan çevresel problemlerin bir yansımasıdır. Bu güzide şehirlerin geleceği için durumu göz ardı etmemek ve acil önlemler almak gerekmektedir. Her bireyin çevreye olan duyarlılığı, sürdürülebilir bir yaşam alanı yaratma yolunda atılacak olan önemli adımlardan biri olacaktır.
İstanbul ve diğer şehirlerin durumu, yalnızca mevcut nesil için değil, gelecek nesiller için de büyük bir tehlike arz ediyor. Bu nedenle tüm kesimlerin bir araya gelerek çözümün parçası olması, sorunun boyutunu küçültmek adına kritik bir adım olacaktır. Başta yerel yönetimler olmak üzere, bireyler ve sivil toplum kuruluşlarının iş birliği ile çevre dostu bir şehir hedefi gerçek bir hedef haline getirilebilir.